bi tek sen duy diye.
balkonlara tırmanırdım, onun için her şeyi yapardım.
ah… Dan… binlerce kuş onun saçını süslüyordu.
her şey altındı, bir gece yatak yandı. o yakışıklı ve iyi bir suçluydu.
güneş ve çikolatanın içinde büyüdük.
ama artık güneş doğmuyor.
"dan bir şeytandır. candy kayboldu, güneşin son ışıklarında, köpek balıkları gibi dolaşıyor. "
senin yöntemini denemek isterdim. hayatıma çok hızlı girdin ve bunu çok sevdim.
eğlence çamurumuzda boğulduk, yabancılara teslim oldum. herşey eksik
dünya yana eğiliyor, işimiz bu, bunun peşindeyiz.
içimde sen varken ölümle evlendim, bir daha uyuyamayacağım.
baktığım her yerde seni görüyorum, bazen senden nefret ediyorum.
Zaman zaman kendimi tüm insanlıktan daha güçlü duyuyorum, ama kendimi aynı anda çıplaklıklarından sıyrılmaya çalışan ağaçlar kadar bırakılmış duyuyorum. Özellikle ben’in ben’i bıraktığı anlarda. Ya da ikisi bütünleştiğinde.. Ve birdenbire, şimdiye dek hiç algılamadığım bir duygu gelip beni buluyor:
Bırakılmışlığın Tadı.
tezer.
"..Anneni, babanı kaybetmişsin.,daha çocuksun. Bakıyorsun a, yaşıyorum diyorsun,demek ki kaldırabiliyorum,ayaktayım, bir işim var,Çetin iyi kötü okuyor,felaket bekliyordun olmadı diyorsun.Oysa zamanla oluyor ne oluyorsa.Sen farketmeden,sen anlamadan.Çetin şimdiki Çetin oluyor mesela,ben de böyle bir Murat. Ağır bir yükün altına girdiği için kaskatı kesilmiş.."
bana bir anlam bul
öyle olsun ki
ben bile inanayım
gözüm arkada kalmasın
önümde durmasın siz
ufuğundan ufukta biten zerreyi hayal edebileyim
ağır ağır gidebileyim, başlamasın diye bitmek
ve bu yüzden yine hep orada kalayım
dönüp durmakta olmaz diye donup kalayım
inanmak isteyip vazgeçeyim yolun başından
gitmek istiyorum...
“bugün gelmezdiniz, dedi bize, cumartesileri hiç gelmezdiniz, dedi. meğer telaşlanmış biz telefon edince. sabiha’ya kötü bir şey oldu sanmış. içeri girdiğimizde yüzü bembeyazdı, sabiha’ya bir şey mi oldu, diye sordu. biz anlamadık tabii. düşünsene bir saat boyunca kurmuş da kurmuş kafasında. yok anne, dedim, kötü bir şey olsa söylemez miyim, dedim. bir de, başka bir şeye daha üzüldüm. cumartesileri gelmezdiniz, demesine… yani alıştırmışız onu, bir çeşit kader gibi. bugün cumartesi gelmezler, bugün pazar gelmezler, bugün pazartesi gelebilirler, diye yaşıyor. böyle sanki.”
…
barış bıçakçı - herkes herkesle dostmuş gibisenden biraz ötede birtakım devinimler
görüyorum nerdeyse - gövdenin çok yakınında -
sen onları tutup tutup bırakıyorsun
demirin pası kavradığı
bir yavaşlıkla
bunlar ellerin senin,kirpiklerin,ağzın aslında
dağılıp yitiveriyor birden hepsi
'bu benim kayganlığım' derdi bir balık olsa
ama sen diyemezsin,ben de diyemem
çünkü sen yoksun,ben de yokum
ya da biz ikimiz de varız,varız da
bekliyoruz sanki düşlerimizden birinin yargısını
bakışımlı iki düş arasında.
Theo: What is it?
Isabelle: I want you to listen.
Theo: Why?
Isabelle: Because. Theo?
Theo: Mm?
Isabelle: I love you. You know that?
Theo: I love you too.
Isabelle: You love me too? That's funny. Are you listening? It's forever, right?
Theo: What's forever?
Isabelle: The two of us. Right?
Theo: Yes. Why did Matthew say that?
Isabelle: What did Matthew say?
Theo: That we're monsters, freaks.
Isabelle: I just want you to tell me that it's forever. It's foreve!
babama da tabii.
ve büyük halamın evinde yaşayan kediye de.
aslında şu yeryüzünü denizlerle düşünmemiz yok mu
hata ediyoruz.
dünyanın nefes aldığı bir ilk andı denızleri yapan.
dağları yapan bir öfkeydi
böyle söylüyor ilk kitaplar.
her dilin kendinden önce,
çok önce bir hayatı var.
ve onu sadece
bu kitaplar konuşuyor.
susarak bakıyoruz biz
hatırlamayarak.
şairler bir bok anlamıyorlar aslında
dünyanın çocuk kalmış bir acısı var
ve bu ezanda çıkıyor ortaya.
allahın selamı ölülerin üzerine oluyor
aşk diye bir şeyin farkına varıyor insan
dönmeyi öğreniyor
yerden kurtularak
durmadan dönerek
çölde yaşayanlara fısıldanmış bir hakikatle
kurur toprak
yalnızlıktan kudurmuş bir çocuğun arabaların kaportasını anahtarla çizmesi gibi ruhumun kemirilişi de hep sinsiceydi. buna rağmen ansızın berraklaştığı oluyor bulanık günlerin hâlâ soğuk biralar oluyor güzel kızlar oluyor. yağmurdan sonra saçlarını havluyla kurulaman gibi olmuyor tabii o kalibrede sevda görmedim. öptüm ama içime çekmedim"
hayatımın neresindeki yaşantıdayım sorarım kendime her gün
sen hangi bilinçtesin lahzen
hangi göklerin bulutlarından yağdın
bu çorağa söyle
son bilinç ölüm olacağına
ölüm anındaki bilincin bilinci yazılamayacağına göre
hangi kavşağındasın tinsel gerçekliğin”
bu soruların eşliğinde iniyoruz hep birlikte
tıka basa şüpheyle doldurulmuş kuyudan
çıkmak için çocukluğa
daha da dibe
toprağın altına
ve orada arıyor lahzen
hakikatinin özünü
O parçanın yerinde de derin izler kalır
Herkesin bir yara izi vardır
İnsanlardan gizlemeye çalıştığı saklamak için çok uğraştığı bir yara izi
Herkesin bir yara izi vardır
Kimseye dokundurtmayacak kadar güzel olan
Baktıkça nefes alabiliyor olmanın kıymetini anlamanı sağlayacak bir yara izi
Bu izlerle yaşamaya alışırsın
Bir sabah belki gün doğarken baktığında dışarı yaşamayı yeniden sevebilirsin
Ve bir gün elbet birileri o yara izlerine dokunur
Acın da biraz olsun hafiflemeye başlar...
Büyücülerin, haramilerin, borsacilarin, reklamcilarin, korsanlarin, isgalcilerin, bankacilarin elinden kurtulmamiz da bundan.
Sanayi devriminde bile, karanlik, rutubetli, çok bagirisli, çok nefessiz, çok sabahsiz, çok asksiz, çok çiçeksiz, çok nesesiz, çok kitapsiz bir fabrikada hayatta kaldik sirf bu yüzden.
Piyasalarin hinçla dolu inis çikislarina kalbimiz dayaniyor bir sekilde. Kalbimiz derken, ilk gençligimiz, sakalimiz, bir kasetiniki yüzüne de ardarda kaydedip dinledigimiz sarkimiz diyorum aslinda.
Iste böyle yasiyoruz ve yasamak da sana dair uzayip giden bir özleme dönüsüyor.
Insaf et Anna!
Gidelim buradan.
Senin masumiyetini, bilgelik zamanlarindan kalma sirlari, dünyanin bütün sabahlarini yanimiza alip da gidelim.
Hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.
Ölelim diyecektim az kalsin. Ölmeyelim. Hiç ölmeyelim Anna.
Sarilalim diyecektim az kalsin. Içimden böyle seyler de geçiyor iste. Sarilalim, dudaklarin…
Tamam sustum.
Gitmek istemezsen bir siir miktari kadar otursak diyorum. Siir kalsin istersen, sadece otursak. Oturmasan da olur benimle, sadece ellerimi tut. Ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak. Yüzüme bak ama Anna, yüzüme bak. Gözlerime bak, gözlerimin içine bak.
Gözlerim biraz karanlik. Içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapilari yumruklayislar, cipralexler, Turgutlar, Edipler, Sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen basagrilari, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmisliklar var.
Gözlerim biraz yorgun. Içinde bekleyisler, bekleyisler, bekleyisler, bekleyisler, bekleyisler, bekleyisler…
Bekleyisler Anna. Köylü çocuklarin parasiz yatili sonuçlari mesela. Nisanlisi askerde kizlar, kizi ölüm orucundaki baba, babasi tersanede ogul, oglu sizofren anne.
Hepsini sayamam gerçi, utançlarim da var. Ama geçecek hepsi, geçecek. Sifali gözlerin her seyi iyi edecek.
Gözlerimin içine bakmaktan korkma Anna.
Sen adimini attigin andan itibaren Hira dinginligine dönüsecek ortalik.
Tanri bizimle de konusur belki.
az kalmış öyle diyorlar.
Ruhuma dokun.Bana sözsüz dualar üfle.
Herşey vaktini bekliyor.Sen yeşil yolların bitmesini.
Biraz el çevir çimenlerden,çiçeklerden.Telefonlar et bana ve yanıma gel.
Herkes kurtuluşu bekliyor.Diyorlar ki çok ağır.
Gel,gel ve “azkaldı” de.
“Bulutları özlüyorum her gelişinde.Haydi bırak gideyim”
Kızamıyorsun,gülümsüyorsun.Güneşin yağmura uzanan sıcaklığı misali.
Sen de biliyorsun güneş gibi;yağmurların dahî sebebi senin tenin.
Masallar hep mutlu biter ya.Ben ellerimi düşürüyorum ellerinden,sen gözlerimi kapatıyorsun usulca.
Son;her zaman en güzeldir.
- Sanki bu böyle nasıl diyeyim, içim yanıyor be içim yanıyor.
- Yanar bilirim. Yanar, yanar. Bir gün biri çıkar karşına, bütün dünyan alt üst olur. Ne diyeceğini, ne söyleyeceğini şaşırırsın. Doğru düzgün düşünemezsin bile. Bütün dünyan o olur. Yanındayken bile bir gün çekip gidecek diye korkarsın. Ne öpmeye kıyarsın, ne bakmaya. Ne zaman onu düşünsen, sol kaburgan ağrır. Ağlamak istersin, ağlayamazsın.
bu duygu bana çok çok bana beliğ.
Beni koyup gittiğin o günü hatırlıyorsundur, ne çok ağlamıştım. Çocuktum. Koruyordun beni, korkmuyordum. Hayallenip durduğum her şeyi sunmuştun bize. Açıp da acık da solmakı beceremeğen fesleğenler gibiydik(onlar öğle mi acabağa?).
Bir oraya bir buraya seviniyorduk bizi olmayı başaramayan şehirde, soğuktu kent. Bizi sen ısı. Günümüz de gündü hani, gecemiz biz. Arayıp da ulamadığımız; bi revdi. Hazırlıksızdım ben lakin kolların vardı göğüsgeren; kuş.
Yağmurdan kaçınak ne kadar tuhaftı bizi aldatıp dururken çise çise çis. Eğlenmiş miydik sahi, bilemiyorum şimdi şimdi. Ama sevdiğimiz keskindi.
Evel zaman ne kadar nuş!
Seni seviyorum, anlıyor musun?
Birgün bir şiir okumuştuk bana. Kara heceden heceden. Sonra tutup Yakub’un kurbağalarını sevmiştik. Söyleyemediğim şeyler düşünüyordum, yoruluyorduk. Biz çocuklar gibi endik şehirde, şehir bize inan yaşar tavıranıyordu. Umurumuzda mıydı, ha?
Kim bizi ne kadar bizden ederdi? Kuşatılmış olmak bizimize koşulsuz kavuşmamızı engelleyemiyordu (cart). Hiç acımadıydık kendimize. Ne var ne yok yaşayıp tükendiydik. O gün bugün her şey hağtıramda durar! Bu kaç kapılı bir ar?
Seni seviyorum, ağlıyor musun?
Sevmenin her türlüsünü bulduk, buluşturduk. Bir araya getirdik. Kendimize kattık. Sana Arabi’nin “aşk teorisi”ni ağlatmıştım birgün. İkincisini daha bir senmiştin. Durup durup anlamalarını da kendine mal ediyordun. Mülkiyet hoş birdi. Beni mülkmüştün. Gene mülksene.
Seni seviyorum, anlıyor musun.
Bugün, akşam, burda, yağanın ıslağıyla üşürken, düşündüm de; kız kardeşimin dediği gibi “-Evet sen çok eskiden Goethe’mdin benim, karımdın belki de”. Ama şimdi artık “yalandı tüm bunlar” diyorum. Bir kuş, bana nazire – keşke bize olaydı – alıp başını gidiyor uzaklara. Vardığı uzaklardan. Boşuna mı sevmedik varsa. Düşünsene.
Seni seviyorum, anlıyor musun?
Hala, ne vakit sana dair bir şey onsa; büyüyor büyüyor yüreğim:
ELİF’İN KAĞNISININ ÖKÜZÜNÜN GÖZÜ GİBİ SENİ SEVİYORUM, ANLIYOR MİBİ?
Gibi bir şey yazan siyah sahih bir şairin,PRE-DOGMA son şiiridir:
BU DUYGU BANA ÇOK ÇOK BANA BELİĞ
REDDİN AKLA UYMADAN GÖÇ BANA BELİ.
Allah cezağnızı versin!
03.02.01
Ah Muhsin Ünlü /Şizofrengi
seni sevmem bu savaşı kesintiye uğratmaz.
seni sevmem barışı sağlamaz,bir sonu hazırlamaz,ve bir başlangıçta değildir.
kim her aşk ”yenibahar”dır derse yalanlar söyler.beni tamamlamak için değil,eksik kalmak için gel.tam’olmanın imkansızlığının bilinciyle gel.benim yarım/n yarim,inan tekbaşınalığımı sevmelerimden sıkıldım.
bazı böceklerin sopayla dürtüklendiğinde top gibi yusyuvarlak bir hale geldiği,
efsanevi beşiktaşlı oyuncu şükrü gülesin'in kornerden onlarca gol attığı ve
"soldier" kelimesinin ingilizce'de asker anlamına geldiği hep ondan öğrendiğim gerçeklerdi.
ancak bu sefer yanıldığını biliyordum.hiçbir şey, hiçbir zaman daha iyiye gitmezdi.
sadece insan için daha rafine sarhoşluk yöntemleri geliştirmek mümkün olabilirdi.
Sonra konuşalım dedi. Sonra konuştuk. Hastanenin karşısındaki otoparkta. Otoparkın bir köşesini oto yıkamacıya çevirmişlerdi diğer köşesini çay bahçesine. Çok amaçlı grotesk bir yer. Ne konuştuğumuzu yazmayacağım. O kadar da değil. Çünkü bunlar özel şeyler. Zaten ben hayatımı anlatmak istemiyorum ki. Yaşadıklarımı düşünerek oradan bir sonuca varmak istiyorum sadece. Sanırım demode bir yazarım. Genellemeleri seviyorum ve noktayı koyduktan sonra ardımda iyi kötü bir anlam bırakmak istiyorum. Artık bunun bir anlamı kalmadığını düşünsem bile böyle yapıyorum. Lanet olsun, öyle alıştım çünkü, nasıl başlarsa öyle gider.
Sonra yine zaman geçti. Zaman geçmesi önemli değildir. Sanırım bundan bahsetmiştik. “O zamanlar bir şeyleri reddetmeye ihtiyacım vardı ve sen tam bunun üstüne geldin,” dedi. “O kadar iyiydin ki o zaman. Annem sanki bu yüzden yedi ay daha yaşadı. Ne demek istediğimi sahiden anlıyor musun?” Anlıyordum. İki karışlık mesafede, birbirimizi göremeden uzanmıştık. Kaç kişi olduğumuzu bilemeden uzanmıştık o karanlıkta, yanımızdaki ölülerle beraber uzanmıştık. Karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır. Yaşayanlar bir sigara yakar.
Herkes ne bilir acımı.
Herkes ne bilsin acımız...ı.
Yaşar gibi yapmaktan, özlemez gibi yapmaktan, iyiymiş gibi yapmaktan,
nefes alıp onu içimde tutmaktan, o nefeste bogulmaktan sıkıldım.
Ki nefessizlikten değil nefesten boğulmaktır marifetimiz Olric.
- evet efendimiz.
- Bana katıldığını bilmek güzel. arada ses vermen güzel. içimin sesi de olmasa ölürüm yalnızlıktan.
Halbuki bu iki kişi ürkeklik olarak bu kadar benzemeseler, biri diğerine hiç aldırış etmese, açsa kapıyı çıksa dışarı odayı düzenlese.
Ama hayır, o da en az diğeri kadar ürküyor ve saklanıyor kapısının ardına ve o güzelim oda bomboş kalıyor ortada.
Ve bu yüzden hep ikimizi üzen yanlış anlamalar oluyor...
''Ya hep, ya hiç'' sözü, büyük bir söz! Ya benimsin, ya değilsin. Benimsen, sorun yok, her şey iyi demektir, ama değilsen, yitirirsem seni...
Kötü olmaz... O zaman hiçbir şey olmaz, o zaman hiçbir şey yok demektir...
Marcel Proust'u duydun mu?
Fransız yazar. Tam bir kaybeden.
Asla düzgün işi olmamış.
...Karşılıksız, eşcinsel aşkları varmış.
Kimsenin okumadığı bir kitap için
20 sene uğraşmış,
ama aynı zamanda Shakespeare'den
sonraki en büyük yazardır. Her neyse,
hayatının sonuna gelir,
geçmişe bakar ve acı çektiği senelerin,
hayatının
en güzel yılları olduğuna karar verir,
çünkü o yıllarda kendini bulmuştur.
Mutlu olduğu seneler, hep boşa gitmiş.
Hiçbir şey öğrenmemiş.
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came