Seni görmem imkansız ama yine de bana bağlı.
now we rise and we are everywhere.
"ben tam kendime göre/ ben tam dünyaya göre/ ama sizin adınız ne/ benim dengemi bozmayınız" (turgut uyar)
bir zamanlar Candy ve Dan vardı, o yıl çok ateşliydik. bal mumları içimizde erirdi.
balkonlara tırmanırdım, onun için her şeyi yapardım.
ah… Dan… binlerce kuş onun saçını süslüyordu.
her şey altındı, bir gece yatak yandı. o yakışıklı ve iyi bir suçluydu.
güneş ve çikolatanın içinde büyüdük.
ama artık güneş doğmuyor.
"dan bir şeytandır. candy kayboldu, güneşin son ışıklarında, köpek balıkları gibi dolaşıyor. "
senin yöntemini denemek isterdim. hayatıma çok hızlı girdin ve bunu çok sevdim.
eğlence çamurumuzda boğulduk, yabancılara teslim oldum. herşey eksik
dünya yana eğiliyor, işimiz bu, bunun peşindeyiz.
içimde sen varken ölümle evlendim, bir daha uyuyamayacağım.
baktığım her yerde seni görüyorum, bazen senden nefret ediyorum.
o kadar güzelsin ki,
yağmur başladı.
yakma ruhumu,
kokusunda sen var.
bilmiyorlar seni,
kimse konuşmasın.
bilmezler bildiğimi
sen en gizli sırsın.

Zaman zaman kendimi tüm insanlıktan daha güçlü duyuyorum, ama kendimi aynı anda çıplaklıklarından sıyrılmaya çalışan ağaçlar kadar bırakılmış duyuyorum. Özellikle ben’in ben’i bıraktığı anlarda. Ya da ikisi bütünleştiğinde.. Ve birdenbire, şimdiye dek hiç algılamadığım bir duygu gelip beni buluyor:

Bırakılmışlığın Tadı.

tezer.

Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar.

Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz.


"..Anneni, babanı kaybetmişsin.,daha çocuksun. Bakıyorsun a, yaşıyorum diyorsun,demek ki kaldırabiliyorum,ayaktayım, bir işim var,Çetin iyi kötü okuyor,felaket bekliyordun olmadı diyorsun.Oysa zamanla oluyor ne oluyorsa.Sen farketmeden,sen anlamadan.Çetin şimdiki Çetin oluyor mesela,ben de böyle bir Murat. Ağır bir yükün altına girdiği için kaskatı kesilmiş.."

"bir gece aksaray'da hiç unutmam / yüzümü ellemisti galiba." cemal.
En çok ve en uzun sana inandım,
Sen tek doktorum olabilirsin.
Bir tek seni özledim durdum.
her şeye tamamda,
en son koynumda uyuyuşunu,
en çokta boynumdaki kokunla uyanışımı unutamıyorum.
5/2/12
Yüreklerinin en düşsüz yerinde
öyle apansız kalakaldım.
Ben kötüyüm, erdem kimin adı.
Bir bıçakla rüzgâr sokarım içime
sonra iyileşeceğimi söylerim
Cam kırıklarının üzerinde sevişmekten bıktım derim.
Az acıyı arıyordum kendi kanımı içiyordum derim.
Dilsizim
babam da yok benim
"Acıları bile anılara dönüştürürüz biz."
şimdi, artık ayrılık aydönümlerini hatırlıyorum,
bugün 2 ay bitti sensiz.
Hiç kimsen yoksa kendini sevdirmek zorundasındır.
ama dur! sen açma gözlerini. biz biraz daha uyuyalım, böyle iyi.
Günler tepelerden aşağı koşan vahşi atlar misali.
"hiçbir şey olmuyor iki kez ve olmayacak da. bu nedenle işte deneyimsiz doğmuşuz ve rutinsiz öleceğiz."
Düşümde ırmağın kenarında oturuyordum.
Dünya içimde karanlık oyunlar oynuyor anne.
Bana yalnızlık et, birleştir yalnızları.
Sen buzul, sen devamlı, sen..
"belki yağmura da gerek kalmazdı, insanlar bu kadar kirli olmasaydı."
sonra solgun renkleriyle geldi hüzün,
hızla geçip yanımdan yitiyordu yüzün.
Bahar gelmesin istiyorum,
bugünün acısını bi gün daha hissetmemek için.
mesela hep yağmur yağmalı
ya da Ankara gibi bembeyaz olmalı her yer.
ama İzmir'e hiç kar yağmaz,
hep soğuk olur, sensiz olur, kapkaranlık olur.
oysa bembeyaz olsa ya Ankara gibi
en önemlisi de seninle olsa ya,
tüm kışlar tüm baharlar.
bak şimdi, sen bazen düşünüyosun ya, ben hep!
Nası bu kadar mutsuz olabilir ki insan.İki sene öncesinin tüm görüntüleri, tüm yaşanmışlıkları yirmi sene geçse de gözümün önünden gitmicek kadar yakınlar.Bugün herşeyin çok başka olduğu yerdeyim; hiçbir yerde, ve ordan sesleniyorum sana şimdi.
zeyneps in wonderland'de idi, 5/mart/2010'da.
Nereden geliyor acaba -şimdi, şu haldeyken? Kolaydır, kolay değildir: Hiçbir şey kolay değil.
Artık beni benden alsınlar.
İnsan sadece özlemekle kalmıyor, biraz da ölüyor.
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar.
bir kişi gitti, mahalle bomboş..
Zaman,her şeyi yarına bırakırken...Gücünü saklarken,kendinin affedip affedip unuturken
..Ve aynaya her baktığında gördüğünü kendin zannederken..Geldim sana.Bu yaşımın en güzel haliyle hem de..
Yüzün, hatırlamak istediğim birçok şeyin yerini aldı.Sesler var kulağımda,konuşmalar,kavgalar,yürüyüşler...Ama düşündükçe bir yüz giderek senin yüzüne dönüşüyor...Aşk kimseyi beklemiyor...
Kuzeye mi gideceksin yoksa hep batıya mı? Nereye gidersen git ama annemin gittiği yerlere gitme. Çünkü oralardan dönülmüyor.
"Elim seninkine değdikçe büyüdü." - Leyla Erbil
Her yerlerimde sen varsın.
...gitmek istiyorum
bana bir anlam bul
öyle olsun ki
ben bile inanayım
gözüm arkada kalmasın
önümde durmasın siz
ufuğundan ufukta biten zerreyi hayal edebileyim
ağır ağır gidebileyim, başlamasın diye bitmek
ve bu yüzden yine hep orada kalayım
dönüp durmakta olmaz diye donup kalayım
inanmak isteyip vazgeçeyim yolun başından
gitmek istiyorum...
20 şubat 2010,
sensiz hiç olmuyor.
"Yalnız yaşı olmayan ve dünyalarını kendi içlerinde taşıyan insanlara dayanabildiğimi görüyorum" Tezer.
İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse, öbürüne sağır..
the sky may be falling... but the stars look good on you.
" Sesinde ne var biliyor musun? Eski öpüşler var. " Cemal Süreya

“bugün gelmezdiniz, dedi bize, cumartesileri hiç gelmezdiniz, dedi. meğer telaşlanmış biz telefon edince. sabiha’ya kötü bir şey oldu sanmış. içeri girdiğimizde yüzü bembeyazdı, sabiha’ya bir şey mi oldu, diye sordu. biz anlamadık tabii. düşünsene bir saat boyunca kurmuş da kurmuş kafasında. yok anne, dedim, kötü bir şey olsa söylemez miyim, dedim. bir de, başka bir şeye daha üzüldüm. cumartesileri gelmezdiniz, demesine… yani alıştırmışız onu, bir çeşit kader gibi. bugün cumartesi gelmezler, bugün pazar gelmezler, bugün pazartesi gelebilirler, diye yaşıyor. böyle sanki.”

barış bıçakçı - herkes herkesle dostmuş gibi
hassasız çok.. narin kafalarımızı bi yerlere asla çarpmadan yaşamalıyız. iç/dış basınç, sallantı, sarsıntı, düşme, kalkma filan, aman.rutin yiyecek, içecek ihtiyacımıza dikkat etmeliyiz. küçücük ısı farkları söndürebilir bizi. ve asla nefessiz kalamayız. çok nariniz.sırçayız biz. bir küçücük çizik gibi, bir ayrılık, bi yalnızlık da üzüp, bitirebilir bizi. bi özlem mesela rahat kansere dönüşebilir.
insanlar,
ya ölürler ya terkederler bizi
yalnızlık,
yalnızca yalnızlık çizer kaderimizi.
"Bilmem sizde olur mu, yadırgarım bazan / En bilinen sözcükleri / Örnek: Gömülmek, gömü / Birini anlıyorum, bir servet mi öteki?"
“Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için,on bin kitap okumuş olmayı isterdim…”

Oğuz Atay

vermeme olanak yok bana verdiklerini
ama ayrılırken bir hesaplaşma da gerekli
geçmiş bunca güzellikten bir anı olarak
ben seni alayım istersen sen de beni.

"Seni unutma fikri bile, sana kavuşma umuduna bağlanıyor içimde. Senden kaçış varsa bile kurtuluş yok."

Murat Menteş, Korkma Ben Varım

anımsıyorum bir de
senden biraz ötede birtakım devinimler
görüyorum nerdeyse - gövdenin çok yakınında -
sen onları tutup tutup bırakıyorsun
demirin pası kavradığı
bir yavaşlıkla
bunlar ellerin senin,kirpiklerin,ağzın aslında
dağılıp yitiveriyor birden hepsi
'bu benim kayganlığım' derdi bir balık olsa
ama sen diyemezsin,ben de diyemem
çünkü sen yoksun,ben de yokum
ya da biz ikimiz de varız,varız da
bekliyoruz sanki düşlerimizden birinin yargısını
bakışımlı iki düş arasında.
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine,
yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim.
“Benim hiçbir şeyim yok Salih. Uykum bile.”
"gondermeyecegin mektuplar yazmak"
adlı hastalığın adı nedir?
tedavisi nedir?
imhası günah mıdır?
''biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
oysaki seninle güzel olmak var.''
Isabelle: Theo, Theo. Wake up.
Theo: What is it?
Isabelle: I want you to listen.
Theo: Why?
Isabelle: Because. Theo?
Theo: Mm?
Isabelle: I love you. You know that?
Theo: I love you too.
Isabelle: You love me too? That's funny. Are you listening? It's forever, right?
Theo: What's forever?
Isabelle: The two of us. Right?
Theo: Yes. Why did Matthew say that?
Isabelle: What did Matthew say?
Theo: That we're monsters, freaks.
Isabelle: I just want you to tell me that it's forever. It's foreve!
Benimle gel,bugün dalga geçelim.Sarıl bana, ormanlara kaçalım
İnanın bana, o zamanlar aşklar ömür boyu sürerdi. Bir kız, camdan el salladı mı, havalara uçardık. Bir gülücük, mahcup, kaçamak bir bakış, bir merhaba… yavru kuşlar gibi heyecanlanırdık. En büyük hazine kalbimizdeydi. Nasıl utangaçtık; gönül verdiğimiz kişiyi incitmekten de, onun karşısında küçük düşmekten de ödümüz kopardı. Karşılıksız aşklar, ebediyen saklanan sırlara dönüşürdü. Uzaktan sevmek diye de bir şey vardı. Yoksulduk. Canımıza yapışan, kemiğimizi çürüten fukaralığın üstüne kat kat, gıcır gıcır gurur kostümleri giyerdik. Fakir, ama onurluyduk. Çünkü tarihimiz bize kudretten, zenginlikten bahsediyordu. Edebiyat, bütün hücrelerimize azim aşılıyordu. Şarkılarda daima, taptaze bir umut çınlıyordu. Felekle kapışıyor, çaresizliğe meydan okuyor, yer sofralarında yürekten şükrediyorduk.
öyle anlar, öyle saatler vardır ki, insana hayat boyu sürmüş mutluluk gibi gelir ve bu saatlerin ardından hayatın artık sürmemesi gerekir.
’tren yolları boyu düşündüm,
neden özlemlerimiz bu kadar sessiz ve derinden.’
Ne yapılabilir çamurdan/Heykel/Acılardan/Aşk/Yoksulluklardan bir devrim bile yapılabilir/Ama hiçbir şey/hiçbir şey yapılamaz ayrılıklardan.
“yüzüyorsanız boğulmayın.. / içiyorsanız çok için.. / seviyorsanız sevişin.. / üzülüyorsanız.. / yapmayın.. / değmiyor”
aklıma hemingway'in bir öyküsü geliyor. muhtemelen en kısası. ve muhtemelen durduk yere gelmiyor:"for sale: baby shoes, never worn."
kapıları olsa da şehrin
nefes olamıyor ona.
ben anneme benzerim
babama da tabii.
ve büyük halamın evinde yaşayan kediye de.
aslında şu yeryüzünü denizlerle düşünmemiz yok mu
hata ediyoruz.
dünyanın nefes aldığı bir ilk andı denızleri yapan.
dağları yapan bir öfkeydi
böyle söylüyor ilk kitaplar.
her dilin kendinden önce,
çok önce bir hayatı var.
ve onu sadece
bu kitaplar konuşuyor.
susarak bakıyoruz biz
hatırlamayarak.
şairler bir bok anlamıyorlar aslında
dünyanın çocuk kalmış bir acısı var
ve bu ezanda çıkıyor ortaya.
allahın selamı ölülerin üzerine oluyor
aşk diye bir şeyin farkına varıyor insan
dönmeyi öğreniyor
yerden kurtularak
durmadan dönerek
çölde yaşayanlara fısıldanmış bir hakikatle
kurur toprak
sen gülüyorsun, beni daha geniş bir salona alıyorlar.
"sen gittin ve herkes ölmeye başladı

yalnızlıktan kudurmuş bir çocuğun arabaların kaportasını anahtarla çizmesi gibi ruhumun kemirilişi de hep sinsiceydi. buna rağmen ansızın berraklaştığı oluyor bulanık günlerin hâlâ soğuk biralar oluyor güzel kızlar oluyor. yağmurdan sonra saçlarını havluyla kurulaman gibi olmuyor tabii o kalibrede sevda görmedim. öptüm ama içime çekmedim"
“gitmekle kalmadın, benimle dünyanın arasını açtın.”
Uyuyamıyorum, göz kapaklarımın arasına bir adam sıkışmış. Çık oradan derdim ona, diyebilseydim. Neylersiniz ki boğazıma da bir adam takılmış.
”Sayende peşinde koştuğum kendi kaderim düştüm boşluğun karanlığını taşıyor sahipsiz kalmış bir söz gibi seni sevmek ve çok çok önce yenilmişim sana bilmeyerek ,belki olmuş olan bu belki yalan,her sorgu yalan sensin tek kalan bu akla ziyan bir armağan benim midir?”
Kasım'da aşk başka falan değil.
En doğrusunu Tezer Özlü söylemiş,
"Kasım ayı, ölüm ayı."
"Zira, ya ilk an, en âşık olunan ansa, ne yapar insan!"

Bir kez de olsa kendini bırakmış ve uçmuştu.Özgürdü.Özgürlüğü ölümle karıştırdı, düşü de hayatla kirletti.
Your confusion, my illusion.
"..ya, artık, benim onun önünden geçen yalnızlığım.” - M. Uyurkulak.
"kar yağarken serçeleri seyrettim,
çocuklarım geldi birden aklıma
sabırsızlanıyorlar büyümek için
gelmeyin, burası derin!”
İbrahim Tenekeci
Birbirimize baka baka, seni yaptım. Birbirimize baka baka seni yıktım. Birbirimize baka baka yaptım seni.
Severek mektup yazılan bir insanın bile olması ne büyük bir olay, söylenen her sözcüğün anlaşılmaktan öte, yaşadığını, dahası sözcüklere bile gerek olmadan yaşandığını bilmek, güç gibi yalınç bir olgu değil, varolmak gibi birşey.

varoluşun umutsuz düşü.
-"var gibi olmak değil, var olmak"
''ah aşk! bir topluluğun fotoğraf çekildikten sonra, dağıldığı an ''
kimim ve nasıl biriyim
hayatımın neresindeki yaşantıdayım sorarım kendime her gün
sen hangi bilinçtesin lahzen
hangi göklerin bulutlarından yağdın
bu çorağa söyle
son bilinç ölüm olacağına
ölüm anındaki bilincin bilinci yazılamayacağına göre
hangi kavşağındasın tinsel gerçekliğin”

bu soruların eşliğinde iniyoruz hep birlikte
tıka basa şüpheyle doldurulmuş kuyudan
çıkmak için çocukluğa
daha da dibe
toprağın altına
ve orada arıyor lahzen
hakikatinin özünü
...şöyle ki, bir ayakkabı çivisi gibi kendine batar, şarabıyla batar, uykusuzluğuyla batar...gülmesi hüznüne, konuşması susmasına batar..
"Ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni?
Daha da korkunç, bir başına değilsen oysa."
..artık sessizlik. babamın camı çatlak altın saati masanın üzerinde tıkırdayıp duruyor. onikiye yedi var.
Son bir şey... Kanser olmamalıyız.
ne var ne yok?
zor bir soru.
pek emin değilim ama tahminimce her şey var ve yokların içinde saklı.
Canım.
Seni görmek istiyordum kısacası.
İnsan görmekle bile bazı şeylerin ağırlığına dayanabilir,
avunabilir,
hayal kurmaya devam edebilir.
Sen anlamazsın tabi.
Anlamak için insanın bazı eksik yönleri olmalı.
üç kere üç dokuz eder
bilirsin
birin karesi birdir
karekökü de
bilirsin

mutlu aşk yoktur
bilirsin
ama baharda ya da dışarda
sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur

karekökü de yoktur.
My fear...is my substance, and probably the best part of me.
"yanımda olsan da keşke hüngür hüngür ağlasan
keşke bana kereviz yedirmeye çalışsan yine
olsan da ağlasak
sana naneli rüzgar perdeleri kuru gülden bir mutfak
tuz ayçiçeği hanımeli ve
buzlu camlardan sabaha karşı çocuk bir mehtap"
Gidenler bizden hep bir parça götürürler
O parçanın yerinde de derin izler kalır
Herkesin bir yara izi vardır
İnsanlardan gizlemeye çalıştığı saklamak için çok uğraştığı bir yara izi
Herkesin bir yara izi vardır
Kimseye dokundurtmayacak kadar güzel olan
Baktıkça nefes alabiliyor olmanın kıymetini anlamanı sağlayacak bir yara izi
Bu izlerle yaşamaya alışırsın
Bir sabah belki gün doğarken baktığında dışarı yaşamayı yeniden sevebilirsin
Ve bir gün elbet birileri o yara izlerine dokunur
Acın da biraz olsun hafiflemeye başlar...
Biz her seye, esirgeyen ve bagislayan, çokça esirgeyen ve çokça bagislayan, hep esirgeyen ve hep bagislayan Rabbin adiyla baslayan adamlariz Anna.

Büyücülerin, haramilerin, borsacilarin, reklamcilarin, korsanlarin, isgalcilerin, bankacilarin elinden kurtulmamiz da bundan.

Sanayi devriminde bile, karanlik, rutubetli, çok bagirisli, çok nefessiz, çok sabahsiz, çok asksiz, çok çiçeksiz, çok nesesiz, çok kitapsiz bir fabrikada hayatta kaldik sirf bu yüzden.

Piyasalarin hinçla dolu inis çikislarina kalbimiz dayaniyor bir sekilde. Kalbimiz derken, ilk gençligimiz, sakalimiz, bir kasetiniki yüzüne de ardarda kaydedip dinledigimiz sarkimiz diyorum aslinda.

Iste böyle yasiyoruz ve yasamak da sana dair uzayip giden bir özleme dönüsüyor.
Insaf et Anna!

Gidelim buradan.

Senin masumiyetini, bilgelik zamanlarindan kalma sirlari, dünyanin bütün sabahlarini yanimiza alip da gidelim.

Hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.

Ölelim diyecektim az kalsin. Ölmeyelim. Hiç ölmeyelim Anna.

Sarilalim diyecektim az kalsin. Içimden böyle seyler de geçiyor iste. Sarilalim, dudaklarin…

Tamam sustum.

Gitmek istemezsen bir siir miktari kadar otursak diyorum. Siir kalsin istersen, sadece otursak. Oturmasan da olur benimle, sadece ellerimi tut. Ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak. Yüzüme bak ama Anna, yüzüme bak. Gözlerime bak, gözlerimin içine bak.

Gözlerim biraz karanlik. Içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapilari yumruklayislar, cipralexler, Turgutlar, Edipler, Sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen basagrilari, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmisliklar var.

Gözlerim biraz yorgun. Içinde bekleyisler, bekleyisler, bekleyisler, bekleyisler, bekleyisler, bekleyisler…

Bekleyisler Anna. Köylü çocuklarin parasiz yatili sonuçlari mesela. Nisanlisi askerde kizlar, kizi ölüm orucundaki baba, babasi tersanede ogul, oglu sizofren anne.

Hepsini sayamam gerçi, utançlarim da var. Ama geçecek hepsi, geçecek. Sifali gözlerin her seyi iyi edecek.

Gözlerimin içine bakmaktan korkma Anna.

Sen adimini attigin andan itibaren Hira dinginligine dönüsecek ortalik.

Tanri bizimle de konusur belki.
"hayat, damarlarından tutup zorla içine çeker insanı"
ablam aşktan öldü
herşey filmlerdeki gibi oldu
bir hazan yaprağı düşerken
pencereye bakarak
son nefesini verdi mucize
"her şeyden biraz kalır... kavanozda biraz kahve, kutuda biraz ekmek, insanda biraz acı.." (turgut uyar)
aramızda kilometreler yok, yalnızca bir üşüme mesafesi uzağındayım.
içime sinmişliğin var.

bırakma! marifet kalmakta.
bı-rak-ma

http://fizy.com/#s/229fbd
benim yerimde olsaydın kedicik, benim yerimde olmak istemezdin.
insan çokça hayat ve bir de ölümdür.

az kalmış öyle diyorlar.

Ruhuma dokun.Bana sözsüz dualar üfle.
Herşey vaktini bekliyor.Sen yeşil yolların bitmesini.
Biraz el çevir çimenlerden,çiçeklerden.Telefonlar et bana ve yanıma gel.
Herkes kurtuluşu bekliyor.Diyorlar ki çok ağır.
Gel,gel ve “azkaldı” de.
“Bulutları özlüyorum her gelişinde.Haydi bırak gideyim”
Kızamıyorsun,gülümsüyorsun.Güneşin yağmura uzanan sıcaklığı misali.
Sen de biliyorsun güneş gibi;yağmurların dahî sebebi senin tenin.
Masallar hep mutlu biter ya.Ben ellerimi düşürüyorum ellerinden,sen gözlerimi kapatıyorsun usulca.
Son;her zaman en güzeldir.
"Özlemenin bir yazılışı var bir de okunuşu,
çizgilerin,
sanki yüz yıldır seni görmüyorum."

- Sanki bu böyle nasıl diyeyim, içim yanıyor be içim yanıyor.

- Yanar bilirim. Yanar, yanar. Bir gün biri çıkar karşına, bütün dünyan alt üst olur. Ne diyeceğini, ne söyleyeceğini şaşırırsın. Doğru düzgün düşünemezsin bile. Bütün dünyan o olur. Yanındayken bile bir gün çekip gidecek diye korkarsın. Ne öpmeye kıyarsın, ne bakmaya. Ne zaman onu düşünsen, sol kaburgan ağrır. Ağlamak istersin, ağlayamazsın.

Gene çekilmez bir hal aldı aşk.Acı sardı dört bir yanımı.
"şucuymuş bucuymuş yalan sevgilim, her insan ötekine zaten öteki."
Ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum.
Durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar.
Sinemaya gitmeye el ele tutuşmaya falan kalkarız.
İşin yoksa çiçek al, saç tara, parfüm sık.
Küsmesi, barışması, ayılması, bayılması
…hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması!"

bu duygu bana çok çok bana beliğ.


Beni koyup gittiğin o günü hatırlıyorsundur, ne çok ağlamıştım. Çocuktum. Koruyordun beni, korkmuyordum. Hayallenip durduğum her şeyi sunmuştun bize. Açıp da acık da solmakı beceremeğen fesleğenler gibiydik(onlar öğle mi acabağa?).
Bir oraya bir buraya seviniyorduk bizi olmayı başaramayan şehirde, soğuktu kent. Bizi sen ısı. Günümüz de gündü hani, gecemiz biz. Arayıp da ulamadığımız; bi revdi. Hazırlıksızdım ben lakin kolların vardı göğüsgeren; kuş.
Yağmurdan kaçınak ne kadar tuhaftı bizi aldatıp dururken çise çise çis. Eğlenmiş miydik sahi, bilemiyorum şimdi şimdi. Ama sevdiğimiz keskindi.
Evel zaman ne kadar nuş!

Seni seviyorum, anlıyor musun?

Birgün bir şiir okumuştuk bana. Kara heceden heceden. Sonra tutup Yakub’un kurbağalarını sevmiştik. Söyleyemediğim şeyler düşünüyordum, yoruluyorduk. Biz çocuklar gibi endik şehirde, şehir bize inan yaşar tavıranıyordu. Umurumuzda mıydı, ha?
Kim bizi ne kadar bizden ederdi? Kuşatılmış olmak bizimize koşulsuz kavuşmamızı engelleyemiyordu (cart). Hiç acımadıydık kendimize. Ne var ne yok yaşayıp tükendiydik. O gün bugün her şey hağtıramda durar! Bu kaç kapılı bir ar?

Seni seviyorum, ağlıyor musun?

Sevmenin her türlüsünü bulduk, buluşturduk. Bir araya getirdik. Kendimize kattık. Sana Arabi’nin “aşk teorisi”ni ağlatmıştım birgün. İkincisini daha bir senmiştin. Durup durup anlamalarını da kendine mal ediyordun. Mülkiyet hoş birdi. Beni mülkmüştün. Gene mülksene.

Seni seviyorum, anlıyor musun.

Bugün, akşam, burda, yağanın ıslağıyla üşürken, düşündüm de; kız kardeşimin dediği gibi “-Evet sen çok eskiden Goethe’mdin benim, karımdın belki de”. Ama şimdi artık “yalandı tüm bunlar” diyorum. Bir kuş, bana nazire – keşke bize olaydı – alıp başını gidiyor uzaklara. Vardığı uzaklardan. Boşuna mı sevmedik varsa. Düşünsene.

Seni seviyorum, anlıyor musun?

Hala, ne vakit sana dair bir şey onsa; büyüyor büyüyor yüreğim:

ELİF’İN KAĞNISININ ÖKÜZÜNÜN GÖZÜ GİBİ SENİ SEVİYORUM, ANLIYOR MİBİ?

Gibi bir şey yazan siyah sahih bir şairin,PRE-DOGMA son şiiridir:

BU DUYGU BANA ÇOK ÇOK BANA BELİĞ
REDDİN AKLA UYMADAN GÖÇ BANA BELİ.


Allah cezağnızı versin!

03.02.01

Ah Muhsin Ünlü /Şizofrengi

bazen bir hikâye tutuşmuş iki eldir, kenetlenmiş on parmaktır. şimdi gizlice söyle bana, saklı düşler ne demektir.
"Ateş de aşk ve ölüm gibi,sadece öz nefiste idrak edilebilecek tecrübelerden.Kimse kimsenin yerine yanmıyor ve kimsenin yangını kimseye uymuyor."

seni sevmem bu savaşı kesintiye uğratmaz.

seni sevmem barışı sağlamaz,bir sonu hazırlamaz,ve bir başlangıçta değildir.

kim her aşk ”yenibahar”dır derse yalanlar söyler.beni tamamlamak için değil,eksik kalmak için gel.tam’olmanın imkansızlığının bilinciyle gel.benim yarım/n yarim,inan tekbaşınalığımı sevmelerimden sıkıldım.

Yalnızlığıma zalimce bir hayranlık duyuyorum.
“Konuşacağız Bekir. Merak etme. Hem de kesin konuşacağız. Biliyorsun, öldürmek kesin konuşmaktır…”
Öldürmek kesin konuşmaktır ama bir insanı tabanca ile öldürmek teorik olarak mümkün değildir.”
“Hayatta bazen kesin konuşmak gerekir Funda. Ve öldürmek, kesin konuşmaktır.”
sen hiç sana yazmadığımı sandın
hep yazdım, yazıyorum.
sen hiç seninle konuşmadığımı sandın,
hep konuştum, konuşuyorum.
şimdi ise ne zor aksini iddia etmek.
If we live our lives the right way, then everything we do can become a work of art.
Sanki içimde başkalarından değil de
esas benden gizlenen bir sır taşımaktayım.
bir süredir plastik vazolar gibi
kırılmıyorum
fakat korkuyorum.

uçan bi kaplumbağam, sürünen bi köpek balığım, oje şişelerinde can bulmuş hayvanlarım var.canlarım.
Kusursuzluk zamanlamasıyla ifadesi alınmış, yakılıp yıkılmış bir başkent gibi uyuyorsun. Uyu, uyku iyi. Zaten uyansan bütün renklerin adı karışır, bütün renklerin kimlik bilgileri karışır, saten mi atlas mı kimse saklanmaz ki, gibi duyuyorsun beni. Duy, duygu iyi. Zaten öfkelensen bütün kuşlar da küt ölür, küt gece olur, içimiz sil baştan sıkılır. İçeriz konuşuruz, içeriz konuşuruz, içimizden bıkılır. Ağlaşsak kıpırdansak küt sessizlik olur, sessizlik bir tek yorumsuz rüyalarınla bölünür. Gibi uygunsuzsun, suçla beni, suç iyi. Zaten, aşk bir ihtimal; intihar da ihtimal iki.
Zamanlardan 'inthemoodforlove' .Chan ve Chow’un aldatılmak pahasına aldatmamak, sevilmemek pahasına sevmeyi tercih etmeleri ne güzel şeydir, şu zamanda.
Günlerden Ankara.
Ölüyorum gibi.
“Shakespeare’in ‘İnsan insandır’ diye bir sözü var. Otello’da Iago’ya söyletir. Otello, Iago’ya insanlardan yakınır. O da der ki ‘İnsan, insandır.’ İnsan her şeyi yapar. İnsan düşük, süfli bir yaratıktır. Ben de buna inanıyorum. Bu tarafıyla ilgileniyorum insanlığın. Acıklı, düşük, süfli tarafıyla. Ya da kendimi oraya yakın hissettiğim, öyle bir insan olduğum için…”
Yağmur durur ama saçaklardan ve ağaç dallarından damlamaya devam eden taneleri kalır. Hiç kimse bıçakla kesilmiş gibi terk edemez bu dünyayı. Bir insanın tam manasıyla ölmesi için onu hatırlayan hiç kimsenin kalmaması gerekir. Bu memlekette milyonlarca ölü yaşıyor bu hesapla bakarsak. Kimsenin siklemediği insanlar. Ateşböcekleri gibi, görünmek için karanlığa muhtaçlar. Belki bir gece nezarethaneleri andıran demir parmaklıklı zemin katlardan çıkarlar ve ışıltılı bir mezarlık mahallesi kurarlar. Sonra da silahlanıp gelirler ortalığın anasını sikerler. Herkesi öldürürler. Herkes öldüğü için de herkes unutulmuş olur. Böylece eşitlik sağlanmış olur. Bir Tanrı varsa eğer o gece kendini de bağışlamak zorunda kalır.
insanız affet.
"Kazancakis’in Zorba’sının en sevdiğim cümlesi, “İnsanız affet.” Madam Ortans ölüm döşeğindeyken Girit’in ileri gelenlerinden biri geliyor, “Bugüne kadar senin hakkında ileri geri konuştuysam kusura bakma, insanız affet,” diyor. Ölüm döşeğindeki ihtiyar bir fahişeye söylüyor bunu. Onun affetmesi mühim çünkü. Tanrı zaten affeder, konsepti bu, bağışlayıcı olmak. Ama en güçsüz olanın konsepti bu değil, onun elinde tek silah var, affetmemek."
Bu gezegende, iki insanın birbirlerine duydukları sevgi, bir terazide dengelenmiş midir hiç? Eşitlik fikrine en çok âşıkken inanırız. Çünkü en çok o zaman ihtiyaç duyarız.
seviyorum, hemde Bahar gibi korkarak değil, Esra gibi sarıp sarmalıyarak.
tanrı, içindeki tahammülfersa boşluğu doldurmak için evreni yaratır.
evrenin içine gezegenleri, gezegenlerin içine dünyayı, dünyanın içine hayatı,
hayatın içine insanı yerleştirir.
ve onun içine koyacak bir şey bulamaz.
işte insan denen tuhaf hayvan,
varlıkların en yücesi ve en anlamsızı..
biber yedikten sonra su içersem ağzımın daha fena yanacağı,
bazı böceklerin sopayla dürtüklendiğinde top gibi yusyuvarlak bir hale geldiği,
efsanevi beşiktaşlı oyuncu şükrü gülesin'in kornerden onlarca gol attığı ve
"soldier" kelimesinin ingilizce'de asker anlamına geldiği hep ondan öğrendiğim gerçeklerdi.
ancak bu sefer yanıldığını biliyordum.hiçbir şey, hiçbir zaman daha iyiye gitmezdi.
sadece insan için daha rafine sarhoşluk yöntemleri geliştirmek mümkün olabilirdi.
Sadece geceleri, yapayalnız ve yalınayakken anlaşılabilecek şeyler var.
zaman herşeyi çözer,şu beklemek olmasa.
Geçmezdi aklımdan
Yalnızım en budalasından
Sıkıldım doğrularımdan, kadınlığımdan, dışımdan
Gidip dinlenmeliyim, artık içki içmeliyim.
Onu aradım ve seni seviyorum dedim. Çarklar durdu, yargılama bitti. Hayatımda ilk kez çekip gitmek istemiyorum. Şimdi bile utanıyorum söylediklerimden. Herkesin kalbinin çizildiği bir yer var. Orada görünmez bir duvara çarpıyorsun. Daha öteye gidemiyorsun. Bütün dünyan o çakıldığın yerden uzanabildiğin yere kadar oluyor artık. Benim çakıldığım yer de o günlerde bir yerde işte. Ama tam nerede bilemiyorum. Hiçbir zaman da bilemeyeceğim bunu. Orası beni daha iyi bilecek.

Sonra konuşalım dedi. Sonra konuştuk. Hastanenin karşısındaki otoparkta. Otoparkın bir köşesini oto yıkamacıya çevirmişlerdi diğer köşesini çay bahçesine. Çok amaçlı grotesk bir yer. Ne konuştuğumuzu yazmayacağım. O kadar da değil. Çünkü bunlar özel şeyler. Zaten ben hayatımı anlatmak istemiyorum ki. Yaşadıklarımı düşünerek oradan bir sonuca varmak istiyorum sadece. Sanırım demode bir yazarım. Genellemeleri seviyorum ve noktayı koyduktan sonra ardımda iyi kötü bir anlam bırakmak istiyorum. Artık bunun bir anlamı kalmadığını düşünsem bile böyle yapıyorum. Lanet olsun, öyle alıştım çünkü, nasıl başlarsa öyle gider.


Sonra yine zaman geçti. Zaman geçmesi önemli değildir. Sanırım bundan bahsetmiştik. “O zamanlar bir şeyleri reddetmeye ihtiyacım vardı ve sen tam bunun üstüne geldin,” dedi. “O kadar iyiydin ki o zaman. Annem sanki bu yüzden yedi ay daha yaşadı. Ne demek istediğimi sahiden anlıyor musun?” Anlıyordum. İki karışlık mesafede, birbirimizi göremeden uzanmıştık. Kaç kişi olduğumuzu bilemeden uzanmıştık o karanlıkta, yanımızdaki ölülerle beraber uzanmıştık. Karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır. Yaşayanlar bir sigara yakar.
Ben cennete gidince, belki de cennet daha çirkin bir yer olacak.
ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır.
odamın penceresi yok - daha iyi -
kendime bakıyorum ben de
kendimden sarkmış kollarıma
kendimden damıtılmış gözlerime
- bakmıyorum, duyuyorum onları sadece -
böylesi iyi, çok iyi.
Acılar, hayatın tadını kaçırabilir, fakat manasını yok etmez.
ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir.
ölüm gibi bişey değil mi sensizlik.
öyle.
Seni az seviyorum.
Herkes geçer diyor, geçer mi Olric?
Herkes ne bilir acımı.
Herkes ne bilsin acımız...ı.
Yaşar gibi yapmaktan, özlemez gibi yapmaktan, iyiymiş gibi yapmaktan,
nefes alıp onu içimde tutmaktan, o nefeste bogulmaktan sıkıldım.
Ki nefessizlikten değil nefesten boğulmaktır marifetimiz Olric.
- evet efendimiz.
- Bana katıldığını bilmek güzel. arada ses vermen güzel. içimin sesi de olmasa ölürüm yalnızlıktan.
rüyamda cevapsız aramalar görüyorum,
uyandığımda moralim bozuluyor.
sadece 415 gün olmuş,
seninle geçicek bi ömrün yanında
ne ki 415 gün.

"Senin salatanı seviyorum sevgilim,geceni de"
"yürüyor muyduk,
yoksa bir doğa parçasının
altını mı çizdiriyorlardı bize"
“fotoğrafa bakıp, iç geçirmek” diye bir gerçek var bu hayatta.
”Herkesin inandığı bişey vardır lan bu a**k**umun hayatında.Benimki de sensin.”
_ Kader
Senin yanın, benim evim.Başımı omzuna koyup, kokunu içime çektiğimde 'huzur' bu diyorum.Şimdi ise öyle huzursuzum ki.
çocuklar yarı yolda bırakır bizi tanrım
kendine gel diyorsun, gelsem olmaz mı sana
zamanı geri almak istiyorum,
yalan değil gerçek
tamı tamına 52 saat 55 dakikadır.
Bir odadayız milena, birbirine bakan iki kapının ardındayız ama ayrı ayrı. Biri ...açacak olsa diğeri hemen ürküp kapıyor kapıyı.
Halbuki bu iki kişi ürkeklik olarak bu kadar benzemeseler, biri diğerine hiç aldırış etmese, açsa kapıyı çıksa dışarı odayı düzenlese.
Ama hayır, o da en az diğeri kadar ürküyor ve saklanıyor kapısının ardına ve o güzelim oda bomboş kalıyor ortada.
Ve bu yüzden hep ikimizi üzen yanlış anlamalar oluyor...

''Ya hep, ya hiç'' sözü, büyük bir söz! Ya benimsin, ya değilsin. Benimsen, sorun yok, her şey iyi demektir, ama değilsen, yitirirsem seni...
Kötü olmaz... O zaman hiçbir şey olmaz, o zaman hiçbir şey yok demektir...
...yere dökülen bir un sessizliği mi?
…göğe bırakılmış balon sessizliği mi?
…iki balığın sürtünüşünden çıkan bir sese dönüştü mutluluk, duyulan değil görülen bir sese.
hayatımı adaçayı,muz ve gofretle ne zamana kadar sürdürebilirim, merak ediyorum.
baharın gelişini sarmaşıkla anlamam baya ilginç.
Bir gün ölcek olmamız ne tuhaf, -ölcek olmamızın bende bıraktığı his bu /tuhaf.
Sonra ölüm gelirdi aklıma.Ölümün bizi ayıracağı.Bu beni çok üzerdi.Bende geçirdiği gecelerde ya da ertesi sabahları orada burada duran giysilerine bakarken, ölümünü düşünürdüm onun.Nedense o giysiler içimi acıyla doldururdu.Bak, beğenmiş almış. Ne vardı bunda? Bilmiyorum. Ellerimde o kumaş parçaları, deli gibi ağlamak gelirdi içimden. Belki de hep en küçük beden oldukları için. Sonra katlayıp koyardım hepsini bi köşeye. Ölüm kaçınılmazsa, acaba aynı anda ölmemiz mümkün mü diye düşünürdüm sonra. Belki o zaman bi mesele kalmazdı. Ama aynı saniye yada saliseden söz etmiyorum; birbirimizi asla yalnız bırakmamalıydık biz. Bir saniye ile sonsuzluk arasında bir fark yoktu. Ölümümüz için, bölünemeyecek o bir tek ideal an yakalanabilir miydi? Bu soru kafamı çok kurcalıyordu. Evet, aşktan deliriyordum.
kesin kesiktir.
Keşke başka bir şey yapmayı bilmediğim için, müzik yapmak zorunda kalsaydım.
uzun zamandır yapmadığım şey 'hayal kurmak',
ne kadar huzur verdiği apaçık.
Balkonumuz.
Anne ben kanser oldum ama rüyamda.
unutmanın acısı, ayrılığın acısından farklı.ayrılık hüzne yakın, unutmak kasvete.yani birini er geç unutmaya mahkum olduğunu bilmenin kasvetinden bahsediyorum.
Marcel Proust'u duydun mu?

Fransız yazar. Tam bir kaybeden.

Asla düzgün işi olmamış.
...Karşılıksız, eşcinsel aşkları varmış.

Kimsenin okumadığı bir kitap için
20 sene uğraşmış,

ama aynı zamanda Shakespeare'den
sonraki en büyük yazardır. Her neyse,

hayatının sonuna gelir,
geçmişe bakar ve acı çektiği senelerin,

hayatının
en güzel yılları olduğuna karar verir,

çünkü o yıllarda kendini bulmuştur.

Mutlu olduğu seneler, hep boşa gitmiş.
Hiçbir şey öğrenmemiş.
ruhumuz dar bir şeridin içinden sızılarla geçiyor.
dünyanın en kötü şeyi:
9 yaş
ve
ölmek.
bok
gibisin
dünya
bok
mutluluktan öldüğüm gün, bugün
01.01.2011.
sevgilim sevgilim
hüzne yer var hayatımızda
Ben büyüdüm
Akasyalar öldü
Üzgünüm.
size,
nasılsın diyerek başlayan telefonlarınıza
(garip, tuhaf aslında)
beyaz bembeyaz tabiatımla
'iyiyim' diyorum.
yani aslında korkuyorum
bütün bunlar kıyamet
bütün bunlar cinnet
bütün bunlar cinayet demeye
bir daha düzeltilemeyecek sözler
söylemeye korkuyorum.
şu anda tüm dünyayla aynı gezegendeyiz, ortak yaşamlar sürdürüyoruz, aynı oksijeni soluyoruz.

bu yalnızca bir film ama gerçekten de acıtıyor.
9*30 gündür benimsin.
sınav zamanları, disleksi hastasımıyım acaba diye çok düşünüyorum.
bak ben seni nerenden kurtaracağım şaşacaksın.
sen nehirleri yataklarında ayırırdın da örterdin üstümü
hani yuvarlanıverirdi taşlar,
hani canları isterse.
Keiji Haino/Peter Brötzmann, durduramadım dünden beri.
çalmasada beynimde döndü durdu.
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
Eleanor Rigby died in the church and was buried along with her name Nobody came
all the lonely people
where do they all belong ?

ah Beatles
Kulaklıkları bu kez insanları duymamak için taktığımı farkettim.
açııııımmmmm.kaç gündür patates püresi, pirinç lapası yemekten midem kazındı.gel iştah, git hastalık!
sen olmazsan, olmaz.090310
Bişeyi ne kadar çok istersen, o kadar çok olmuyo.Test ettim bi çok kez de onayladım.
otobüslerdeki iki koltuk arasındaki mesafe genişlesin olm, dizlerim çürüdü.
eski bir sanrıdır yıldızlı göğün altında yaşadığımız.
dünya boktan sen tamsın kurduğun cümle eksik.
uyku ve yemek.uyuyabilsem ve yiyebilsem.
8 ay öncesi ve Birhan Keskin! Bi çoğunuza bişey ifade etmeyebilir.SEVİYORUM SENİ.
herşeyin sonunda keşke diyorum, ne yalan bi hayatım var.
En arabesk halimle burdayım.
İnanmışım kaybetmek esrarıdır olmanın / Çıldırmış bir vaşak gibi kaybediyorum.
sana yine kurşun kalemimle bir sürü şey yazdım, veririm bi gün belki.

insan olan yerlerim çok ağrıyor.

brush the cobwebs out of the sky.
Voksne Mennesker'in son sahnesiydi of dedirten, siyah beyaz hayatı renklendiren kişisin sen Pan.
Hotmailimde 3000 küsur mesaj var, onları silmeye razı olana 10 lira vercem, nası üşeniyorum.
Dünyanın en güzel grubusun Blonde Redhead.
ablam bana kek gibi kokuyosun, sıkma şu parfümü dedi.vanilyalı parfümümü seviyorum ben.Tamer'de seviyor hem.
sixfeetunder: hayatımı irdeler, onun hakkında konuşurcasına.
Six Feet Under'da, Nate ve Claire'in mezarlıkta geçen konuşması kadar hüzünlendiren bi sahne görmedim, duymadım, izlemedim.Her seferinde ağlıyorum, yalan yok.
Dünyanın en tatlı çocuğusun.
Kendimi lise çağında hissediyorum, yine giymek istemediğim üniformavari kıyafetler.tarih, tekerrür falan filan.
Belle & Sebastian'ın son albümünü indirip bozuk çıkması, dinlerken cd'nin çizik olması gibi bi durum yaşattı bana.
Ama bu mazoşizmdir.
Heralde hayatımın sonuna kadar Blonde Redhead dinlemekten bıkmıcam, bide Beach House.
Management gece gece yettiniz, ama çok seviyorum sizi.
Dün rüyamda kırtasiyedeydim, renkli kalemleri deniyodum.hani hep isimlerini yazarlar ya rengini görmek için, ben adımı yazmıyodum denerken.klişeleri sevmem euhea
gece saat 2:50, MGMT / lady dada's nightmare dinliyorum. tırstım be.
ve 10 sene öncesi, Resident Evil oynarken zombinin kapıyı kırarak joystick'i titretmesi ve benim yattığım yerden, kapıya doğru fırlamam geldi aklıma.
yine play station'ım olsa ya.