Onu aradım ve seni seviyorum dedim. Çarklar durdu, yargılama bitti. Hayatımda ilk kez çekip gitmek istemiyorum. Şimdi bile utanıyorum söylediklerimden. Herkesin kalbinin çizildiği bir yer var. Orada görünmez bir duvara çarpıyorsun. Daha öteye gidemiyorsun. Bütün dünyan o çakıldığın yerden uzanabildiğin yere kadar oluyor artık. Benim çakıldığım yer de o günlerde bir yerde işte. Ama tam nerede bilemiyorum. Hiçbir zaman da bilemeyeceğim bunu. Orası beni daha iyi bilecek.

Sonra konuşalım dedi. Sonra konuştuk. Hastanenin karşısındaki otoparkta. Otoparkın bir köşesini oto yıkamacıya çevirmişlerdi diğer köşesini çay bahçesine. Çok amaçlı grotesk bir yer. Ne konuştuğumuzu yazmayacağım. O kadar da değil. Çünkü bunlar özel şeyler. Zaten ben hayatımı anlatmak istemiyorum ki. Yaşadıklarımı düşünerek oradan bir sonuca varmak istiyorum sadece. Sanırım demode bir yazarım. Genellemeleri seviyorum ve noktayı koyduktan sonra ardımda iyi kötü bir anlam bırakmak istiyorum. Artık bunun bir anlamı kalmadığını düşünsem bile böyle yapıyorum. Lanet olsun, öyle alıştım çünkü, nasıl başlarsa öyle gider.


Sonra yine zaman geçti. Zaman geçmesi önemli değildir. Sanırım bundan bahsetmiştik. “O zamanlar bir şeyleri reddetmeye ihtiyacım vardı ve sen tam bunun üstüne geldin,” dedi. “O kadar iyiydin ki o zaman. Annem sanki bu yüzden yedi ay daha yaşadı. Ne demek istediğimi sahiden anlıyor musun?” Anlıyordum. İki karışlık mesafede, birbirimizi göremeden uzanmıştık. Kaç kişi olduğumuzu bilemeden uzanmıştık o karanlıkta, yanımızdaki ölülerle beraber uzanmıştık. Karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır. Yaşayanlar bir sigara yakar.